Monthly Archives: Ocak 2010

Açlık

….
Sokak kapısında ayakkabılarımı elime aldım, öyle çıktım yukarı. Sessizdi her taraf. İlk katta bir saatin tik-tak’larını, bir çocuğun hafiften ağlayışını duydum, sonra hiçbir şey duymaz oldum. Odamın kapısını buldum, rezelerinden kaldırdım hafifçe; eski alışkanlık, anahtarsız açtım, odaya girdim, kapıyı yine sessizce kapadım.

Her şey bıraktığım gibiydi; pencerelerde perdeler açık, yatak boş duruyordu. Karanlıkta, masa üzerinde bir kağıt gördüm, ev sahibine yazdığım tezkere olacaktı; demek kadın, ben başımı alıp gideli bu odaya hiç çıkmamıştı. Masadaki beyazlığı elimle yokladım, bunun bir mektup olduğunu hissederek şaşırdım. Bir mektup? Alıp pencerenin yanına gittim; karanlıkta, çıkarabildiğim kadar, okunaksız harfleri çözmeye çalıştım; sonunda adımı okuyabildim. Aha! diye düşündüm, ev sahibinin cevabı! Tekrar gizlice girmek istersen bu odaya bir daha ayak basamayacağımı bildiriyor!

Ve yavaşça, çok yavaş, tekrar odadan çıktım; ayakkabılarım elimde idi, mektup öbür kağıtların yanında, battaniyem koltuğumda. Usulca yürüdüm, gıcırdayan basamaklarda dişlerimi sıktım, sağ esen basamaklardan inip, sokak kapısını buldum.

Ayakkabılarımı giydim, bağlarını yavaş yavaş bağladım, bu işi bitirince biraz da oturdum hatta; hiçbir şey düşünmeden, elimde mektup, önüme bakıyordum.

Sonra kalktım, sokağa çıktım.

İlerde bir havagazı feneri, çevreye cızırtılı ve titrek bir ışık serpiyordu; fenerin yanına gittim, paketimi fenere dayadım, mektubu açtım; her hareketi gayet yavaş yavaş yapıyordum.

Bağrımdan sanki bir ışık seli geçti; bir şaşkınlık ünlemi kopardığımı duydum, anlamsız bir sevinç ünlemi! Mektup, yazı işleri müdüründen geliyordu. Yazım kabul edilmiş, hemen dizgiye verilmişti. “Bir iki yerde ufak tefek değiştirme, bir kaç imla yanlışı düzeltildi.. kuvvetli bir yazı.. yarın çıkacaktır.. on kron.”

Güldüm ve ağladım; atlaya sıçraya caddeyi boyladım, durdum, dizime vurdum, sebepsiz gelişigüzel bastım küfürü. Ve zaman ilerliyordu.

Bütün gece, ta sabaha kadar, caddelerde bağırıp çağırdım; sevinçten aptallaşmış, durmadan tekrarlıyordum: Kuvvetli bir yazı, yani küçük bir şaheser, bir deha örneği. Ve on kron!

 

Knut Hamsun

Yorum bırakın

Filed under kitap, kitaplık

Masa da Masaymış ha

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever

(20 Ocak 2010)

Yorum bırakın

Filed under kitap, kitaplık

Vatikan Müzeleri

Roma şehri içinde, San Pietro Bazilikası, San Pietro Meydanı, Vatikan Müzeleri, kütüphane ve bahçelerden ibaret, bir küçük devlet Vatikan..

Carvaggio, Perugino, Boticelli, Raffaello, Michelangelo, Da Vinci gibi ünlü Rönesans ressamlarının resimlerini ve freskleri de barındıran Vatikan Müzeleri, toplamda 54 galeriden oluşuyor. Çağdaş Din Sanatları, Heykel, Etrüsk, Mısır, Misyoner Müzeleri, Pinacoteca Sanat Galerisi, Raffaello Odaları, Sistine Şapel bunların en önemlileri..
Sistine Şapeli 15. yüzyılın sonlarında, dönemin papası için Süleyman Mabedi ölçülerinde inşa edilmiş. Bir an durup nereye bakacağınızı şaşırabilirsiniz. Peygamberlerin hayatlarından kesitler, İsa’nın hikayeleri, ünlü Kıyamet Günü sahnesi ve Adem’in Yardılışı hepsi bu yapının içerisinde. Ressam, mimar ve heykeltraş olan Michelangelo’dan, ilk olarak bazilikada Papa için bir mezar hazırlaması istenir. Michelangelo da üç katlı üzerinde 40 heykel bulunan devasa bir lahit hazırlar fakat; Papa bu projeden vazgeçer. Ve onu Sistine Şapeli’nin tavan boyamalarını yapmakla görevlendirir. İlk olayın üzerine sanatçı bu görevi istemediğini açıkça söyler. Kendini ressamdan çok heykeltraş olarak gören Michelangelo, Papalık tarafından dışlanmamak için bu görevi kabul etmek zorunda kalır, 4 yıl süren bir çalışma sonucu 340 figürlü, Kurtulma’dan önceki tarihi, insanın yaradılışını Nuh’a kadar anlatan dev bir kompozisyon çıkarır ortaya. İnsan bedenini öven ignudo’larla süslediği tavanı, çağdaşları Raffaello ve Da Vinci tarafından kopya edilmesin diye büyük bir gizlilik içersinde tamamlar. 24 yıl sonra, yeni Papa Sistine Şapel içerisine bir ‘Kıyamet günü’ sahnesi yapmasını ister sanatçıdan. Gençliğinin Hümanizmine bağlı kalan Michelangelo’nun bu resminde İsa, Meryem ve şeytanlara kadar her şey çıplaktır. Bir rezalet olarak görülüp yok edilmesi düşünülürken, Papa en açık çıplakları giydirmek için Volterre’yi görevlendirir.. Bu bölümde fotoğraf çekilmesine izin vermiyor görevliler fakat sayıları en fazla 2 olduğu için salonu dolduran yüzlerce kişiye müdahale edemiyorlar.

Raffaello ise Vatikan’da Papaların eski odalarının duvarlarını süslemekle görevliydi. Bunlar ünlü ‘stanza’larıdır. Kutsal Tartışma, Atina Okulu, Parnassos fresklerinde eskiçağ bilgeleri ve Hristiyan din büyüklerini yanyana resmetmiştir. Paganizm’e karşı alınan zaferi anlatan Constantin Odası içlerinde en geniş olanıdır, Constantin’in vaftiz edilmesi gibi sahneleri de barındırır. Eliodoro Odası içersinde, Attila ve Papa’nın karşılaşmaları, San Pietro’nun melekler tarafından zindandan kurtarılması freskleri bulunur. Raffaello Papa’nın gözde ressamlarındandı, sonraları atelyesinde görevlendirdiği öğrencileri tarafından yapılan resimleri denetlemek ve yönetmek işlerinden başka Loggia’ları renklendirmiştir. Ben müzeyi ziyaret ettiğimde bu bölümlerde restorasyon vardı ve resimlere yeterince yaklaşamadan ayrılmak zorunda kaldım ne yazık ki..
Pinacoteca Sanat Galerisi, 1932 yılında inşa edilmiş, 18 odadan oluşuyor. Buradaki 460 eser kronolojik sırasına ve bağlı bulunduğu okullara göre ayrılmış. İçlerinde Carvaggio’nun kanvas, Perugino’nun ahşap boyamaları, Venedik okulu temsilcileri ile Raffaello’ya ait boyamalar, Barok mimarı Bernini’nin heykelleri, Leonardo’dan Tiziano’ya en büyük İtalyan ressamların başyapıtları görülebilir.
Daha çok Toskana bölgesinde, arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılmış çeşitli Etrüsk eşyaları, takıları, seramikleri, heykelleri; Antik Mısır eserleri bölümünde hayvan mumyaları, Suriye-Filistin bölgelerinden getirilmiş vazolar, bronz kaplar, ünlü Ölüler Kitabı, bulunuyor. Bağışlarla ve satın almalarla zenginleşen bir koleksiyona sahip Vatikan Müzeleri..

Ziyaret etmek isteyenlere, sabah erken bir saatte orada bulunmalarını öneririm, müzeler 9da açılıyor. Çok büyük ve görülecek çok şey olduğundan fazlaca vakit geçirecek, acıkacak ve yorulacaksınız. İçeriye yiyecek ve içecek sokmak yasak. Su şişenizi atmak yerine içini boşaltabilirsiniz, çıkışta yeniden kullanmak üzere. Bir kafe mevcut müzede; fiyatlar hiç de ucuz değil. Şemsiye, tripod ve büyükçe çantalarla da girmenizi engelliyorlar, emanete bırakıp devam edebilirsiniz. Mümkünse elinizde bir harita bulundurun, gitmek istediğiniz yere sizi daha kolayca ulaştırır. Giriş ücreti ise 15 Euro, 26 yaş altı uluslararası bir öğrenci kartı gösterenlerden 8 Euro ücret alınıyor. Her ayın son Pazar günü ise ücretsiz; lakin kapıda 1 saatten fazla sıra beklemeyi göze alıyor, ardından da bu kalabalıkla müze gezebilirim diyorsanız, buyrun.. Bana da Vatikan Postanesi’nden bir kart atmayı unutmayın .)

Yorum bırakın

Filed under gezi

İçimizdeki Bizanslılar

Geçen ay okuduğum “Resim Tarihi” isimli 75 basımı kitapta, tarih öncesi dönemde mağaralara çizilen resimlerden başlanarak kağıdın bulunmasıyla Çin’de sonra Japonya’da yapılan resimlere, İslam öncesi ve sonrası İran, Hint, Arap resimleri genel hatlarıyla incelenmiş. Orta Çağ resminden bahsedilmeye ise Bizans’tan başlanmış ve bu kısımda ‘Türk’ler ilk kez anılıyor. Malumunuz, İstanbul’un işgaline kadar yaklaşık 1000 yıllık bir tarihi var Bizans İmparatorluğu’nun. VI. yüzyılda Avrupa sanatının çok üstünde bir seviyede, imparatorlarca korunan ressamlar Yunan kültürünün devamı niteliğinde eserler vermişler. İkona karşıtlarının baskın olduğu dönemlerdeki yasaklar ve diğer milletlerin işgallerle yaptığı tahribatlar Bizans’ın başkenti İstanbul’u, bugün Bizans eserleri bakımından fakir bırakmıştır. Bu bakımdan zenginliği tartışılmaz olan Ravenna, bir zamanlar Batı Roma’ya başkentlik yapmış bir şehir, eserlerin 3’te 1’ini korumakta.. Ben de şahsen şehirde yalınayak dolaşırken gördüm bazılarını. Diğer bir kaç İtalyan şehrinde de halen dimdik ayakta duran kiliselerin katedrallerin içinde korunan mozaikler freskler var.. İstanbul’da ise, günümüze ulaşabilen Bizans kiliseleri, vakti zamanında camiye çevrilmiş olanlar. Sayıları da 10’u geçmiyor ve çoğu yıllardır süren restorasyonlar yüzünden kapalı. İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesi şerefine, bu eserlerin ziyarete açılmalarını umuyorum.. Yakın bir zamanda, Kariye Müzesi ve Sultanahmet’teki Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’ni gezeceğim.

Öte yandan, Türkler’in resim sanatına yaptığı biricik katkı, İstanbul’dan kaçan ressamların Siena’ya ve Floransa’ya yerleşip sanatlarıyla buraları etkileyerek Rönesans’a ön ayak olmalarıymış. Sevinsek mi üzülsek mi!

Yorum bırakın

Filed under gezi